Adını, melodileriyle dünyalar arasında köprü kurabilen efsanevi şair ve müzisyen Orpheus’tan alan Orfizm, 1910’ların başında, sismik kültürel ve teknolojik değişimlerin yaşandığı bir dönemin ortasında doğdu. Akımın öncüleri Robert ve Sonia Delaunay, František Kupka ve diğerleri, renk ve biçimin sürekli bir hareket halinde var olduğu kompozisyonlar inşa ederek temsilin kısıtlamalarından kurtulmaya çalıştılar. Sergi, Orfizm’in çağdaş dans ve modern müziğin ritmik yapılarından ilham alarak görsel sanatların ötesinde nasıl yankı bulduğunun altını çiziyor. Bu resimlerde hareket yalnızca önerilmekle kalmıyor, aynı zamanda canlandırılıyor – renk düzlemleri titreşiyor, şekiller spiral çiziyor, kompozisyonlar pigmente çevrilmiş müzik notaları gibi açılıyor.
Orphizm, aynı zamanda hızlanan moderniteye bir tepkiydir. 20. yüzyılın başlarında Paris sokaklarında elektrik ışıkları yanıp sönüyor, otomobiller göz açıp kapayıncaya kadar geçiyor, sinema algıyı yeniden tanımlıyordu. Orphizm, bu duyusal yoğunluğu emerek zaman ve mekânı aşan, ışık saçan kompozisyonlara dönüştürdü. Delaunay’lar ise “saf resim” anlayışını savunarak, anlatıdan arınmış, doğrudan duyulara hitap eden evrensel bir görsel dil yaratmayı amaçladılar.
Orfizm’i çağdaş bir mercekten yeniden ele alan Harmony and Dissonance sergisi, bu akımı günümüzde de canlılığını koruyan bir soyutlama çizgisi içinde konumlandırıyor. Daha önce Whitney Müzesi’ndeki Synchromism (1978) ve Centre Pompidou’daki Robert et Sonia Delaunay (2003) sergilerinde yer alan eserler, burada tarihi eserler olarak değil, yaratılışlarının enerjisiyle hâlâ titreşen dinamik güçler olarak geri dönüyor. Bu sadece resimlerin değil, hareketin, sesin ve yeni bir sanatsal sözdiziminin huzursuz arayışının sergisidir – uyum ve uyumsuzluğun karşıt değil, aynı ritmin yankıları olduğu bir sergi.