Alexandre de Betak’s Curated Spaces of Fashion

NewsSeptember 17, 2024
Alexandre de Betak’s Curated Spaces of Fashion

Hiç kendinizi bir defile sırasında kafanızın içinde dolaşırken buldunuz mu? Bu devasa projeyi yaşatan inanılmaz efor; kıyafetler, modeller, koreografi, set tasarımı… Sonu gelmeyen bir moodboard gibi. Eğer perde arkasına göz atacak kadar meraklıysanız, sürekli gözlerinize ilişen bir isimle karşılaşacaksınız: Alexandre de Betak. Bu couture dünyaya adım attığımızda de Betak yaratıcılığını ifade etmenin yeni bir biçimini, adeta orkestrasını yöneten bir maestro gibi kurguladığı deneyimlerle anlatıyor.

“Defile” kelimesinin karşılığı bir kafanızda birçok şey canlandırabilir ama şu kesin—tek odağımız kıyafetler değil. Yeni bir hikaye anlatma şekli, duyguları herhangi bir film veya sanat eseri kadar güçlü bir şekilde uyandırabilen bir araç, belki oldukça dramatik sözsüz bir tiyatro… Yalnızca ön sıraları kapmaya çalışıp izlenen bir şov olarak değerlendirmek haksızlık olur—daha çok küratörlü bir gerçeklik diyelim.

Tabii ki moda defileleri her zaman bugün aklımızda canlanan kültür anları değildi. 80’lerin sonlarındayız ve kabına sığamayarak sadece kıyafet sergilerinin ötesinde popüler kültürün bir parçası haline gelmek üzere. Alexandre de Betak ile birlikte moda, sanat, müzik ve tiyatro ile birleşerek çok disiplinli bir forma evrilmeye başladı ve çok da geçmeden hayat kadar büyük bir hal aldı. İster Dior’un 2018 Couture defilesinin disko-fütürizmi ister Saint Laurent’in Eyfel Kulesi’ne karşı sade podyumunun minimalizmi olsun, de Betak’in bakış açısıyla moda ve performans sanatı arasındaki çizgiler git gide silikleşti. Podyuma sürükleyici, çok duyulu bir hikaye anlatımı için bir sahne olarak yaklaşan de Betak’in hedefi oldukça açıktı, deneyimler yaratmak.

“It’s not just about showing clothes, it’s about building an entire world”

Alexandre de Betak

Peki, De Betak bu işe nasıl bulaştı? De Betak’ın şov prodüksiyonuna yaklaşımının da yaratıcı vizyonu kadar alışılmışın dışında olduğunu söylemeye gerek yok sanırım. 1970’lerde Fransa’da büyürken hem sanat hem de modadan oldukça etkilenmiş ve 19 yaşında fotoğrafçı Jean-Paul Goude için çalışmaya başlamış. Küçük yaşlardan itibaren fotoğrafçılık hayatının merkezindeydi. Amerika ve denizaşırı ülkelerdeki konserlerde çalışarak kısa sürede görüntü için bir göz geliştirdi ve bu da şov tasarımına yönelik kapsamlı yaklaşımına yol açtı. Sonra bir an yeterli olmaktan çıktı, teatral bir şekilde akmaya başladı ve bir moda şovunun ne olabileceğine dair kalıpları kırma arzusuyla harekete geçti. Defileleri, her unsurun izleyiciyi tasarımcının vizyonuna kaptırmak için tasarlandığı sinematik bir deneyim olarak tasavvur etti.

De Betak, set tasarımı, ışıklandırma ve müziğin uyumlu bir anlatı oluşturduğu duygu yüklü, çok duyulu ortamlar yaratmasıyla kısa sürede tanındı. Bu, ilgi odağı olmaya çalışmadan sürükleyici bir ortam yaratmak için sipariş edilen teatral bir minimalizm manifestosuna dönüşmüştü bile. Cesur kontrastlar, aynalı labirentler, büyük ölçekli enstalasyonlar, kişisel renk tonları ve en nihayetinde kıyafetlere adanmış bir odak.

Yaratıcılığı ve arkasındaki dehayı kolektif olarak deneyimlemek ve bağlantı kurmak tüm mesele. İnsanları titizlikle seçilmiş bir dünyaya adım atmaya davet ederek sanat, kültür ve stilin çarpıştığı, modanın sınırsız ifadelerini kutlayan bir kaçışa davetiyesi. Kıyafetlere duyulan aşkın saf ve içgüdüsel halde, izleyicilerin her bireyinde yankı bulduğu ortak bir tecrübe… Bir şey kesin, Işıklar söndüğünde ve tüm perdeler kalktığında sahne arkasında bizi bekleyen bir Alexandre de Betak var.

Author: TUNGA YANKI TAN

RELATED POSTS