Dün Matthieu Blazy, Chanel için hazırladığı ilk defilesiyle ayı Paris’e indirdi. “Bu ilk Chanel defilesi için evrensel bir şey yapmak istedim, bir rüya gibi, zamanın dışında bir şey… Yıldızlara duyduğum hayranlık bu ev için çok değerli bir tema,” diye yazdı Instagram’da. Kozmik sahne yalnızca bir gösteri değildi. Blazy, Chanel’in evrenselliğini vurguluyor geçmiş ile geleceğin arasında asılı duran bir evren yaratıyordu.
Bir zamanlar Margiela’daki çalışmalarıyla “adını hiç duymadığınız en ünlü tasarımcı” olarak anılan Blazy, bugün modanın en kalıcı maison’larından birinin yaratıcı gücü haline geldi. New York Magazine, 2014 yılında Margiela’nın kurucusunun ayrılığından sonra isimsiz kalan tasarım ekibinin ardındaki ismi ilk kez ortaya çıkarmıştı. Bir zamanlar gizemin içinde parlayan bir tasarımcı için bu an sessiz bir varış gibiydi.
Maison’un tarihinin fazlasıyla farkındaydı. İlk görünümü, keskin biçimde kısaltılmış ceketli kareli yün bir pantolon takımıydı; ilhamını, sevgilisi Arthur “Boy” Capel’in kıyafetlerini ödünç alma alışkanlığıyla bilinen Mademoiselle Chanel’den almıştı. Her şey erkek giyiminden başlamıştı: Gabrielle Chanel’in en büyük aşkı Boy Capel’den ödünç aldığı bir gömlek ve pantolon. O gömlek, bir zamanlar Fransız miras gömlek ustası Charvet tarafından üretilmişti ve şimdi Chanel iş birliğiyle yeniden hayat buluyordu. Maison’un imzası haline gelen zincir detayıyla ağırlık kazanan tasarım, geleneksel erkek terziliğinin disiplinini koruyordu. Ardından gelen maskülen kesimli ceketler, ham ama zarif çizgilerle Chanel’e özgü siluetlere dönüşüyordu. İngiliz kökenli tüvitler, çevik, kararlı ve geçmişine saygılı bir dinamizmle ilerliyordu.
Gabrielle Chanel’in feminen gücündeki paradoks hâlâ en büyük mirası olmaya devam ediyor: işlevselliğin cazibeden, ölçülülüğün arzudan hiçbir şey eksiltmediği bir gardırop. Blazy’nin ellerinde gündüzle gece, iş ile aşk, tek bir akışta birleşiyordu. İpekler dökülüyor, trikolorlar düğümleniyor, formlar gizlilikle dramatik olanın arasında süzülüyordu. Yeni bir ikilik doğmuştu; hem feminen hem maskülen, hem yumuşak hem keskin, zamansız ve özürsüz. Chanel bir kez daha bir şey değil, biriydi.
Chanel’in dili evrensel kalmaya devam ediyor; zamanı aşarak geleceğe doğru genişliyor. Maskülen çizgiler akışkan bluzonlara dönüşürken, tüvitler ve dokular maison’un el işçiliğine olan bitmeyen tutkusunu yansıtan dokunsal bir hassasiyetle yeniden yorumlandı. Blazy’nin ima ettiği gibi, gelecek zaten Chanel’in kodlarının içindeydi: çözülerek düğümlere ve transparan örgülere dönüşen tüvit ızgaraları, küçük gezegenler gibi yörüngede dönen mücevherler, hareket için tasarlanmış ayakkabılar. Her şeyin ötesinde bir özgürlük vardı. Yeni, sınırsız bir feminenlik. Artık tek bir Chanel kadını değil, her biri kendi evreninde var olan birçok Chanel kadını vardı.
“Chanel aşktır. Modada modernitenin doğuşu bir aşk hikayesinden gelir. Bence en güzel olan da budur. Bunun ne zamanı ne mekânı vardır. Bu bir özgürlük fikridir. Gabrielle Chanel’in giydiği ve kazandığı özgürlük,” diye yansıttı Blazy.
Chanel’in çoğu zaman klişeye indirgenen androjen zevki, Blazy’nin bakışında gerçek duyusallığını ortaya koydu. Onun gece kıyafetleri güç ile haz arasında hareket ediyordu: bej, fildişi ve siyah tonlarında ipeksi takımlar ve zarifçe süzülen elbiseler, hem maison’un ebedi kodlarını hem de Paris’in Art Deco’nun yüzüncü yılına adanmış kutlamasını yansıtıyordu. Blazy’nin Chanel’i ne geçmişe bakıyor ne de geleceğe koşuyordu. Sadece süzülüyordu. Zamansız, dokunulmaz, kendi evreninde.