Londra’nın manşetlerinde çıkan Türk bir tasarımcı… Bora Aksu, sadece bir Türk olarak gurur duyulması gereken bir sanatçı değil, aynı zamanda moda dalında çok önemli bir yere sahip olan bir isim. Doğduğu topraktan ve çocukluğundan son derece ilham alan tasarımcı, İzmir ve Londra’yı birleştirerek kendine öz bir stil yarattı. Peki, kimdir Bora Aksu?
Londra benim tasarımcı olarak eğitildiğim; tasarımcı olarak kabul edildiğim, ödüllendirildiğim; teşvik edildiğim yer… Benim tasarımcı kimliğimin oluşması ve gelişmesi Londra’da Central Saint Martins okulunda aldığım üniversite ve master eğitimim esnasında ve bu eğitimin arkasından aldığım ödüller ve sponsorluklar sayesinde oldu. Yetenek ve çalışmak ne kadar önemli olsa da bunların yanında doğru zamanda doğru yerde olmanın da büyük bir farkı var. Yeteneğimin şekillendiği ve kavrulduğu Central Saint Martins masterı, hayatımı değiştiren noktalardan biri oldu.Kariyerimin başlaması mezuniyet defilesinin aldığı tepki sayesinde oldu. Özellikle The Times, The Daily Telegraph ve The Guardian gibi gazetelerin beni mezuniyet defilesinin yıldızı olarak göstermesi ve defilenin hemen ardından Dolce Gabbana ikilisinin koleksiyonumu satın alması benim moda dünyasında attığım ilk adımlar olarak kabul edilebilir. İngiltere Moda Konseyi’nin sadece dört kişiye verdiği “Yeni Nesil” ödülünü arka arkaya dört kez kazanmak benim için markalaşma yolunda çok önemli bir adım. Yurt dışındaki moda haftalarına girmemde büyük aracı olan bu ödül, aynı zamanda defilelerim için de sponsorluk sağlamış oldu.
Yaklaşık 20 yıldır Londra’da yaşıyorum, Londra Moda Haf- tası’nın resmi listesinde düzenli olarak yer almaya başla-mam 2003 yılında oldu.Tüm bunların dışında Londra öyle bir yer oldu ki benim için; nereye gidersem gideyim, fikirlerin öğütüldüğü, üretildiği yer hep Londra’daki atölyem oluyor. O yüzden benim için bir nevi ilham evi gibi bir şey.
Tasarım sürecimde çok organik bir yapılanma söz konusu; “sezon geldi koleksiyon tasarlamaya başlayacağım o yüzden araştırma yapıyım” diyemiyorum.. Tasarımcı olmak öyle bir şey ki , her an yaşayıp, beslenip, sonra onları kendi süzgecinizden geçirdiğiniz bir dönüşüm var her zaman. Benim için başlangıcı ve sonu yok, sadece koleksiyon dönemlerinde o sürecin dondurulup durması ve sonra yeniden devamı var.
Tasarımcı olmak sadece 9 ile 5 arasında yapabileceğiniz ve işiniz bittiği zaman arkanızda bırakabileceğiniz bir şey değil… Tasarımcı olmak sizin tüm benliğiniz ile günün 24 saati; haftanın 7 günü yani kısaca her an onu yaşıyor olmak demek… O yüzden de belki her şeyden önemlisi sevgi.. Sevgi ile yaptığınız tasarımlara aslında öyle görünmez ama bir o kadar da güçlü dokunuş ekliyorsunuz ki bunu o tasarımı gören herkes hissedebiliyor.
Benim için ilham kaynaklarım hep bir şekilde bana veya çocukluğuma donuyor. Oscar Wilde’in hikayelerinde bazen çok melankolik olmasına rağmen hep naif bir hassaslık bulmuşumdur. Bu da hep benim çocukluğumu hatırlatırlar bana.
Kış 2015/16 koleksiyonunda hikaye- nin kırılgan dokusunu kumaşlara yansıtmak odak noktalarımdan biri oldu. Altın işlemeli dokumalar ve lüks deriler her ne kadar sert bir boyut yaratsa da; ipek, tül ve organza kumaşlar çok daha yumuşak ve kırılgan siluetler oluşturuyor… Koleksiyonun renk paletinde elegan royal ve nostaljik bir hava hüküm sürmekte. Altın, mavi ve gri tonlar daha sessiz kombinasyonlar yaratırken elektrik maviler; kirli pembeler ve dramatik siyahlar daha göz alıcı bir palet yaratıyor. Kuş kanatları güller ve kafes desenleri düşünülerek tasarlanan nakış ve lazer kesimler koleksiyonun tümüne hakim.
Bir tasarımcının tasarım kimliğinin bulunması aslında onu diğer tasarımcılardan ayrıştıracak olan parmak izini bulması demektir… Benim tasarımcılık yolculuğumda da belki en önemli nokta bu noktanın bulunması, yani ta-arımcı olarak kim olduğumun farkına vardığım nokta…. Her sezon yeni bir koleksiyon yaratıp yeni dokular; yeni renkler hatta yepyeni formlar yarat- sanız da aslında tüm bunları hep ayni kimlikte yapıyor olursunuz… Trendlerin takipçisi veya uygulayıcısı olmak benim tasarım sürecimde yer almadığı için, geriye iç sesim, ve yürüdüğüm yolun doğruluğuna inanmak kalıyor… Tasarımcının kullandığı tasarım dilinin farkındalığı çok önemli…
İllüstrasyon ve çizim benim için modadan önce de hayatımdaydı… Kendimi bildim bileli kağıt ve kalemle olduğumu ve saatlerce hiç bıkmadan çizdiğimi hatırlıyorum… Her zaman görsel bir hafızam oldu. Şimdi bile ekibime bir şey anlatmak istesem ya da yeni bir konsept geliştiriyor olsam bunu yazarak değil çizerek yapıyorum. Çizmek benim için öyle doğal ki… O yüzden de moda ile çok ilerliyor doğal olarak. Ben artık çizimi sadece kıyafetleri tanımlamak için değil ayni zamanda Bora Aksu kızını yaratmak ve tanımlamak içinde kullanıyorum…
Çocukluğumu hep çok sakin ve mutlu hatırlıyorum. Annem ve babam ikisi de doktor olduğu için hep çalıştıklarını hatırlıyorum… İzmir’de büyüdüğüm için çocukluğum İzmir ve çevresinde gömülüdür; Foça, Çeşme ve oradaki bahçeler anılarla süslü.. Kurduğum hayallerde çizimlerle yarattığım dünyalara gidip gelirdim. Sanıyorum bu dünyalar benim şimdiki tasarımcı kimliğimin temel taşlarını oluşturdu.
Küçükken annem benim için tam bir ilham perisiydi. Annemin bir özelliği de çok yoğun olan doktorluk mesleğinin yanında modaya olan aşırı ilgisi… Hep farklı olmak ve farklı görünmek isteyen annem, kendi kıyafetlerini diktirir ve kendisi çok düşkün olduğu örgülerle inanılmaz kıyafetler yaratırdı.
Şu an daha çok arkadaşlarım ve çevremde bana yakın olan kadınlar beni besliyor. Defilelerimde beraber çalıştığım Leith Clark benim için inanılmaz bir esin kaynağı. Bora Aksu kadınları biraz yaramaz ve feminenliklerini sonradan keşfetmiş kadınlar; küçükken erkek Fatma olan, ağaçlara tırmanan; toz toprak içinde eve dönen kız çocukları…
Bu belki de modanın en zorlayıcı kısmı. Çok yaratıcı bir mesleği çok katı bir takvimde gerçekleştirmek, dolayısıyla yaratıcılığınızı kontrol etmeniz gerekiyor.
Kendimi durmadan görsel olarak ve zihinsel olarak beslemeye ve yenilemeye çalışıyorum. Yeni yerlere ve kültürlere gitmek o yüzden çok önemli… Bir tasarımcının kendini hep bir şekilde taze ve yeni tutması gerek. Hepsinden öte büyük bir dozda tasarım tutkunuz olması lazım.
Charlotte Rampling.
30′ lar.
Önceden Lula idi ama şimdi kurucusu Leith Clark’ın yeni dergisi Violet.
First Aid Kit’ten “Blue.”
Kendini en rahat hissettiği ve kendiyle özleştirdiği herhangi bir şey.. Bir şeyi giymekten ziyade taşımak çok önemli. Bir kadının giydiği kıyafet içinde kendini iyi hissediyor olması bence onu seksi kılan şey.