Concrete, Urbanism and Ghosts: Here is the Barbican

Arts & CultureJanuary 26, 2025
Concrete, Urbanism and Ghosts: Here is the Barbican

İşte yine buradayız, koca bir beton yığınının tam ortasında duruyoruz. Brutalizm hakkında bildiklerinizi unutun—çünkü Barbican Centre, klasik kalıplara sığmak için tasarlanmış bir yer değil. Brutalizmle ilgili yapılacaklar listenize bir tik daha atabilirsiniz, ama bu kez karşınızda bir şehir içinde şehir; Londra’nın kalbine kurulmuş kentsel bir mikrokozmos var. Hazır olun, sizi İtalyan esintili tasarımların, beton hayallerin, kaybolmaya müsait labirentlerin ve hatta Roma hayaletlerinin izinde bir keşfe çıkarıyoruz.

Beklediğinizin aksine Barbican Centre, distopik bir diktatör gibi sakinlerine tepeden bakan devasa bir beton blok değildir. Daha çok kent yaşamına brütalist bir aşk mektubu diyebiliriz – yaşamı, kültürü ve tarihi ham, dokulu cephesinde ören kendi kendine yeten bir şehir içinde şehir. “Kentsel bir mikrokozmos” olarak tasarlanan Barbican, sakinlerini şehre bağlarken, komünal yaşama modern, neredeyse ütopik bir bakış açısı sunuyor. Mesken kuleleri, sanat alanları, bahçeler ve hatta (çok sığ, yeşil boyalı) bir göl ile tamamlanan yapı; pürüzlü, monolitik duvarları içinde komünal ekosistem yaratarak brütalizmin soğuk ününe kafa tutuyor.

Barbican’ın biraz da ürkütücü yanına bakalım çünkü evet, burada işler bazen karanlık bir hal alabiliyor. İkonik kulelerin ve terasların altında Londra’nın kaotik ve karanlık tarihi yatıyor. Bu alan bir zamanlar Roma kalelerine ve Kara Veba’nın dehşeti sırasında kullanılan toplu mezarlara ev sahipliği yapmış. Evet, veba mezarları! Eğer ürkütücü hikâyeleri seviyorsanız, burası tam size göre. Söylentilere göre, Level -2’de (yani eksi ikinci katta) Roma lejyonerlerinin hayaletleri dolaşıyor. Beton bir ouija tahtası alıp ruhlarla bağlantı kurmak ister misiniz? Tabii bu ürkütücü atmosferi binanın labirent gibi dolaşık yapısıyla birleştirince unutulmaz bir deneyim sizi bekliyor.

Barbican’ın cazibesi sadece mimarisinde değil, katmanlı tarihini günümüze taşıma biçiminde de yatıyor. Roma esintili tonozlu çatı katlarından ortaçağ surlarının kalıntılarına kadar, her köşesinde geçmişin bugüne dokunduğunu hissediyorsunuz. Bu yapı, adeta Chamberlin, Powell ve Bon’un birlikte yarattığı fiziksel bir kolaj. Milano’dan aldıkları ilhamla Roma mimarisini, Le Corbusier’nin “Dikey Bahçe Şehri” fikriyle harmanlamış, üstüne modern bir başkaldırı dokunuşu eklemişler. Ortaya çıkan şey, hem bir sığınak hem de bir sahne; tarih ve brutalizmin uyumsuz gibi görünen ama mükemmel bir ahenkle bir araya geldiği bir alan.

Artık alışkanlık haline geldi ama her brütalist bina bir Aphex Twin şarkısı gibi gelmiyor mu size de? Yani, eğer bu yazıya eşlik edecek bir şarkı arıyorsanız işte burada:

Author: TUNGA YANKI TAN

RELATED POSTS