Güne nasıl başlıyorsun?
Erken kalkıyorum, uyanır uyanmaz yaklaşık iki saatlik uzun bir yürüyüş yapıyorum. Sesli kitap dinliyorum. Yıllardır bitiremediğim Oğuz Atay’ın Tutunamayanlar’ını 24 saatlik sesli kitap olarak bitirebildim bu süreçte. Dinlemek bakmaktan çok daha iyi geliyor. Bu yürüyüş ritüeli bütün günün ruhunu belirliyor adeta.
Rutinini koruyabildin mi?
Rutinim çok değişti. Şehir ve iş odaklı bir tempodan durma haline geçtim herkes gibi. Sonrasında bu durma halinin kendi rutini oluştu, şimdi onu koruyabilmek kıymetli geliyor. Hiçbir zaman eskisi gibi olur mu bilemiyorum fakat bireysel olarak yaşadığımız değişimi ve bu yeni rutinimizi kaybetmemeliyiz diye hissediyorum.
Neyle uğraşırsanız uğraşın, kendini dinleyebilmek kuşkusuz ki yaratacılığa, dinginliğe, salim kafaya, düşünmeye alan açmanızı sağlıyor içinizde.
Zamanının büyük bir çoğunluğu nasıl geçiyor?
Karantina dönemini bir sahil kasabasında geçiriyorum ve bu sayede açık havada zaman geçirme şansım oluyor. Zamanımın büyük kısmı yürüyüş, gezi, çalışma, dinleme, okuma ile, diğer kısmı da evle ilgili işlerle geçti. Her anlamda -özellikle günlük işler konusunda- kendi kendine yetebilmek çok iyi hissettiriyor; minimal bir yaşamın kapıları aralandı.
Yaşadığımız zorunlu inziva ve içe dönüklüğün yaratıcı süreç üzerinde nasıl etkileri olduğunu düşünüyorsun?
Muazzam etkileri olduğunu düşünüyorum. Tam da bu ifadeler ile ilgili bir yazı yazdım Cumartesi Ertesi isimli yayına. İnziva gönüllü bir eylemdir fakat bu sefer zorunlu girdi hayatımıza, öyle olmasaydı da pek durma şansımız olmayacaktı. İçe dönüklüğün ne kadar değerli ve insan varoluşu için esaslardan olduğunu çok net hatırladım. Neyle uğraşırsanız uğraşın, kendini dinleyebilmek kuşkusuz ki yaratacılığa, dinginliğe, salim kafaya, düşünmeye alan açmanızı sağlıyor içinizde.
Bu süreci atlattıktan sonraki dönemde kişisel rutininde nelerin değişeceğini öngörüyorsun?
Büyük değişimler olacak, umarım. Bu dönemde bireysel olarak yaşadığım sakinleşmenin sonrasında da baki olmasını dilerim. Uzun yürüyüşler yapmak, açık havada daha çok zaman geçirmek gibi rutinler hayatımızda olmalı. Günün başladığını ve bittiğini hissederek -mümkünse gün doğumu ve gün batımını izleyerek- o günü yaşabilmek çok değerli.
Boş zamanlara sahip olmanın ne kadar önemli olduğunu hatırladım. Kendi içsel dünyana zaman ayırmak, kendini dinlemek, ruhunu dinlendirmek.
Teknolojinin hayatındaki rolü ne kadar değişti?
Çok teknoloji düşkünü bir insan değilim. İşlerimle ilgili takip etmeye çalışıyorum. Fakat bu süreçte daha da uzaklaştım diyebilirim.
Tiyatro alanında yenilikçi prodüksiyonlara imza atmış ve teknolojiyi tiyatroya entegre eden biri olarak yaşadığımız bu dönem sonrasında tiyatroların nasıl evrileceğini öngörüyorsun?
Teknoloji, dijital gibi unsurların tiyatroda kullanılması kreatif tercihler meselesi; dolayısıyla bunun yaşadığımız süreçten bağımsız olduğunu düşünüyorum. Tiyatronun insanların bir araya gelerek tanık oldukları canlı bir performans olması bu sanat dalının kendini var etme konusundaki en temel ve güçlü savı. Tarih boyunca da türlü zorluklar ve değişimler karşısında bu şekilde direnmiş ve güçlenmiş. Bu dönem sonrası tiyatronun biçim olarak evrilmesinden ziyade salonlar, izleme biçiminin bir süre yeni regülasyonlarla hayatımızda olacağını ve bunun da geçici bir durum olacağını umuyorum.
Çevrimiçi tiyatro veya dijital tiyatro konusuna nasıl bakıyorsun? Eski normale döndüğümüzde de sürdürülebilir olacak mı sence?
Kendini ifade etme konusunda yeni biçimler denemek, özellikle de insanın zamanın şartlarına adapte olmaya çabalaması, üretmesi çok umut verici. Kalabalıklar tekrar bir araya gelmeye başlayabildiğinde bu girişimlerin biraz etkisini kaybedeceğini düşünüyorum; tiyatro bir araya gelinerek, insana doğrudan canlı dokunan bir sanat. Bu arada eski normale mi döneceğiz, onu da bilmiyoruz.
Mevcut yapımlarını dijitale uyarlama planın var mı?
Böyle bir planımız yok. İzleyici ile salonlarda tekrar buluşmayı bekliyoruz. Bu sürecin tamamen sona ermesini beklemeden, mümkünse keskin bir biçimde değil kademeli olarak normalleşerek oyunların izleyici ile buluşması hedefimiz. Herkes gibi biz de izleme halindeyiz.
Yapımcılığını üstlendiğin tiyatro oyunları bu süreci gözeterek gelecek sezonda nasıl evrildi?
Geçen sezondan devam edecek olan oyunlar için yukarıda bahsettiğim biçimde ilerlemeyi düşünüyoruz. Sürecin başında bir duraksama yaşadık tabii şimdi ise çalışmalara devam ediyoruz. Yeni yapımlar konusunda ise ön hazırlık, tasarım gibi çalışmalara devam ediyoruz. Buna ek olarak bizi çok heyecanlandıran yeni projemiz “Podacto” ile tiyatroyu temel alan dijitalde yeni bir alan oluşturuyoruz.
Podacto’dan biraz bahsedebilir misin?
“Podacto” bir kulak tiyatrosu. Bu fikir, sahne sanatlarının içinden geçtiği bu zor dönemde, dijital dünyada neler yapabiliriz üzerine kafa yorarken ortaya çıktı. Radyo tiyatrosunu günümüz ses tasarımı imkanları ile birleştirip, podcast düzeninde dinleyiciyle ücretsiz ve sınırsız bir biçimde paylaşacağız. Hedefimiz bir gelir modeli oluşturabilmek ve bu gelirleri de sivil toplum kuruluşları vasıtasıyla sahne sanatları çalışanları ile buluşturmak.
Çevrimiçi gösterimlere açılan tiyatro oyunlarından bir tavsiyen?
The National Theatre’dan Benedict Cumberbatch performansıyla Frankenstein, Andrew Scott oyunculuğunda Simon Stephens yönetmenliğinde Sea Wall muazzamdı, enteresan işler üreten tiyatro topluluğu Complicité’den The Encounter çok ilginçti. Schaubühne her akşam bir oyun yayınlıyor, Ostermeier’in efsane Hamlet’ini de bu kapsamda izleyebildim. Londra’nın ünlü dans topluluğu Sadler’s Wells’in yayınları da etkileyici.
Uzun zamandır ertelediğin ama bu dönemde bitirdiğin bir kitap?
Oğuz Atay’ın Tutunamayanlar’ı.
En çok özlediğin kültürel aktivite nedir?
Oyun izlemek.
Her şey normale döndüğünde ilk ne yapacaksın?
Umarım her şey eski normale dönmemiştir, yeni ve daha iyi bir dünya mümkündür diye düşüneceğim.