Bir kalıba girmekten, belirli sıfatlar, misyonlar yüklenmekten ve kendini bir rutinde görmekten daima kaçan Metin, anlattığı hikayeler üzerinden hayata bağlananlardan. İşte tam da bu yüzden onu daha yakından tanımak üzere sabırsızca soruyoruz aklımıza tüm takılanları.
Metin Akdülger: Hiç bir zaman okulla düzgün bir bağım olmadı. Özdeşlik kuramadım demek daha doğru olur. Birinci sınıftan itibaren hissettiğim şu oldu; etrafımdaki çocuklarda okula dair bir heyecan varken ben hiç orada değildim. İş, meslek, öğretiler.. Bunlara ilişkin hep bir derdim vardı ve liseye kadar da öyle gitti. Orada okuduğum şey, bana yüklenen kimlik beni tatmin etmedi. Okulu her zaman görev olarak gördüm. Bir bitti ikiye gidilmesi lazım, iki bitti şimdi üç… O yüzden meslek kavramı ve insanların kendine biçtikleri roller bana hiç bir zaman bir şey ifade etmedi.
Metin Akdülger: Konservatuar ve oyunculuk ilişkisine geldiğimizde… Bir okul düzeninden gelip çok isteyerek konservatuara giren ve bu konservatif eğitim sisteminde kendini cok geliştirenler var. Benim deneyimim biraz daha farklı.
Küçükken resim çizmeyi çok severdim. Okuldan gelip tüm gün resim yapıyordum. Annem bu sevgimi görüp beni bir resim kursuna gönderdi. O kursta ne zaman karşıma bir test koyup, “şimdi bunu çizeceksin” demeye başladılar, o zaman ben o çok sevdiğim resimden uzaklaşmaya, kurstan kaçmaya başladım. O durumu sevmediğim için resmi kaybettim hayatımdan. Bunun yalnış ya da doğru olduğunu söylemiyorum, sadece bende işe yaramadığını söylüyorum. O yüzden oyunculuk, hikaye anlatma işini çok sevmeme rağmen o konservatif eğitime girme cesaretini kendimde bulamadım.
“Hayatımda o anda benim var oluşumu destekleyen şey neyse onu yapmaya çalışıyorum.”
Metin Akdülger: Toplumsal düzene adapte olma, adam olabilme güdüsüyle siyaset okudum. Üniversiteye girmek öyle bir şey çünkü. Derse girip çıkıyordum, siyaset bilimi okuyordum, çok da ilgimi çekiyordu, fakat hayatımı idame ettireceğim, benim var oluşumu destekleyecek şey değildi o. Sadece bir üniversiteye gitmek için orada bulunuyordum. Bir yandan da mutluydum çünkü ilk defa kendi başımaydım. Kendinden sorumlu olmak insana bir anda güç veriyor…
Metin Akdülger: Bölümümü okuyup o dalda bir şey olmayacaktım, onu biliyordum. Bir şey olmak da istemiyordum gerçi. Bütün günümü odada film izleyerek geçirdiğimi bir süre sonra fark ettim. O dönemde hikaye anlatmak istediğimi anlayarak yazmaya başladım.
Metin Akdülger: Bu dönemde insanlarla ilişki kurmanın bir yolunu arıyordum. Kendime “Ne yapsam?” sorusunu sorarken, Amerikan futbolu takımına girdim. Orda ilk defa bir adım attım hayatımla ilgili. Somut olarak “Ben bu meşguliyete gireceğim ve bunu yapmak istiyorum.” dedim ve yaptım. Amerikan futbolu çok akıl gerektiren, çok takım işi olan bir spor dalıdır. Sahada takım arkadaşlarınla çalışmadığın sürece başarılı olamazsın. Bu, bana kollektif birşeyler yapabilmeyi öğretti.
“Ne kadar zor bir süreç olduğunun bilincindeyim, ama hayallerimi gerçeğe dönüştürme yolundayım.”
Metin Akdülger: “Meslek” lafı bana çok steril geliyor, sevmiyorum. Hayatta bir şey yapıyorsun, bir meşguliyet yaratıyorsun kendine. Öyle mutlusun ve var hissediyorsun. Fakat buna maddi bir değer biçip “bu benim mesleğim”, “bu benim hayatım” dediğin an sana zul gelmeye başlıyor.
Benim ne yaptığıma gelirsek; şu an yaptığım şey hikaye anlatma işi, oyunculuk demiyorum. Yazıyorum, çiziyorum, müzik yapmaya çalışıyorum… Bunlar benim o anda yaşamaktan hoşlandığım şekilde yaşamamın sonuçları. Ben siyaset de okumuş olabilirdim, dermatoloji de ekonomi de, ama yine böyle bir şey yaparım. Hayatımda o anda benim var oluşumu destekleyen şey neyse onu yapmaya çalışıyorum. Tabi ki faturaları ödemek ve bir şekilde içinde yer bulmak zorunda olduğumuz bir madde dünyası var, onu da çok gözardı edemiyorum.
Metin Akdülger: Yazdığım, hazırda tuttuğum, yapmak istediğim iki oyun var. Onları olumlayabilmek için çabalıyorum. Fakat şu an içinde bulunduğum uğraş, zaman yetersizliği olduğu için buna fırsat tanımıyor… O yüzden şimdilik oyunlarımı yapabiliyim diye hem güç, hem tecrübe, hem de yoldaş biriktiriyorum. Gerçeğe dönüştürme aşamasındayım. Ne kadar zor bir süreç olduğunun bilincindeyim, ama hayallerimi gerçeğe dönüş- türme yolundayım.
Metin Akdülger: Klişe olacak ama Onur Ünlü Türkiye’de en beğendiğim yönetmen. Her zaman da “umarım onunla bir filmde çalışabi- liriz” dediğim isim olmuştu… Onur Ünlü filmi için görüşmek istiyor dediklerinde “Tamam nerde? Hemen gidiyorum.” Deyip kalkıp hazırlandığımı hatırlıyorum… İnanılmaz heyecanlı geçen bir görüşmeydi benim için, ki hiç sevmediğim bir süreçtir.
Kırık Kalpler Bankası Onur Ünlü’nün ilk yazdığı, bir süredir de çekmediği için efsaneleşmiş bir filmdi. Ben projeyi çok daha öncesinden beri biliyordum mesela… Bir parçası olduğum için inanılmaz mutluyum. Ben hayatımda bu kadar heyecan duyduğum başka bir şey yapmadım oyunculuk adına. Romeo ve Juliet’ten çatışmasını alan bir İstanbul hikayesi. Varoluşsal bir dert güden farklı bir film oldu, olacak. Onur Ünlü sinemasına biraz ilgi duyuyorsanız bence gidin, ben de gideceğim .
“Sanata ödül vermek garip bir rekabet yaratıyor ve rekabetin bir kısıtlayıcılığı, kirleticiliği olduğunu düşünüyorum.”
Metin Akdülger: Herhangi bir sanat formuna ödül verilmesinin garip olduğunu düşünüyorum. “Kime göre, neye göre” dedirtiyor bana. Mesela 2015 yılında yapılan en iyi resmi seçecekler. Misyona bakın, sadece beş resim seçiliyor ve diğerleri seçilmiyor. Kime göre sanatı komple köşeye atıyorlar? Ya da Oscar töreni… Onlarca aday, birkaç kazanan… “Kime göre, neye göre?”
Fakat festival olayını seviyorum. Belirli gün dahilinde size sunulan bir film seçkisi var. Bu ortama katılanlar ve onların yarattığı muhhabbeti de seviyorum. Beni tek korkutan yine ödül kısmı. Ödülsüz festivaller tercihim. Sanata ödül vermek garip bir rekabet yaratıyor ve rekabetin bir kısıtlayıcılığı, kirleticiliği olduğunu düşünüyorum. Daha kollektif işler olmalı. Ödül verilmesi de bu durumu yok ediyor.
Metin Akdülger: En son “Kürk Mantolu Maddonna”yı okudum. Bunun laf olarak içinin boşaltıldığını biliyorum ama bence herkesin okuması gereken bir kitap. Sanatla uğraşan biri için önemli olduğunu düşündüğüm kitap da Eckhart Tolle’den Şimdi’nin Gücü. Bunu bir oyunculuk dersinde hocam söylemişti. Bu kitabı şöyle okudum; ilk bölümü bitirip üzerine vakit geçiriyorum. Bir daha okuduğumda ilk bölüm artı ikinci bölümü okuyorum, ardından bir süre sonra ilk bölüm, ikinci bölüm artı üçüncü bölüm… Öyle okudum, okuyorum. Sonunu getiremedim hala…Bu kitap, birçok inanışın temeli olduğunu düşündüğüm şeyleri bana gösterdi. Bu tarz kişisel gelişim janrasını sevmememe rağmen, yakınımdaki insanlara tavsiye ettiğim, aldığım verdiğim bir kitaptır.
Metin Akdülger: Kool & The Gang – Celebration…İlk yazdığım oyunun bitiş şarkısıdır o kadar çok severim. Pink Floyd – Atom Heart Mother…Bu şarkıyı sürekli dinlediğimi söyleyebilirim.
Hardal – Babalar Küçük Oğullarına Söylesin Diye… 74’lü yıllara ait bu parça Türk bir gruba ait, çok severim. ACDC – Back in Black…Ve Eric Satin’in herhangi bir parçası da olabilir.
Fotoğraf: Melike & Felipe Barranco