Kendini düzenle tanımlayan şehirler vardır — ızgaralarla, sistemlerle, sessizlikle. Bir de İstanbul var; kimliğini hareketin içinde bulan. Sürekli mırıldanan, tartışan, dans eden, her gün kendini yeniden inşa eden bir şehir. Ezan sesiyle tekno ritimlerinin çarpıştığı, seyyar satıcı sesleriyle Boğaz vapurlarının temposunun yarıştığı bir yer. Uzaktan kaotik görünen şey, yakından bakıldığında yaşayan bir koreografiye dönüşür — kentin çelişkileri ise yaratıcı yakıta… İstanbul’un kültürel bakışı asla tek bir gruba ait olmadı. Sayısız göçün, imparatorluğun ve değişimin mirası bu şehir — Bizans’ın altın varakları hala Osmanlı çinilerinin altında titreşiyor. Burada yaşamak, ses, tat ve hafızayla örülmüş binlerce bakış açısının ortasında yaşamak demek.
Kentin çok kültürlü bakışı bir nostaljiden öte — bir öngörü niteliğinde. İstanbul’da kültür küratörlükle değil, yaşanarak var olur. Nabzı düzensizdir, ama onu hayatta tutan da budur. Güzelliği, basitleşmeyi reddedişinde.




Words by Duygu Bengi
Images Created by Cesur XC