Virgil Abloh modanın dilini baştan yazdı. Sadece kıyafet tasarlamadı; kültürü yeniden şekillendirdi. Kendini neredeyse hayal edilebilecek her yaratıcı alanda ifade edebiliyordu. Parmak izleri her yerdeydi: mobilyalarda, sneaker’larda, albüm kapaklarında, podyumlarda.
Grand Palais, onun bu disiplinlerarası yaklaşımını tek bir çatı altında topluyor; neredeyse 20 yıllık üretimini sergiliyor. 20.000’den fazla obje, eskiz, prototip ve kişisel arşivinden parçalar tek ve büyük bir diyaloğa dönüşüyor.
Bu sergi yalnızca kariyerine geriye dönük bir bakış değil. Onun yaratımlarını yaşayan bir kodlar sistemi olarak ele alıyor; hâlâ hareket halinde olan bir dil. Çünkü ürettikleri hâlâ konuşuyor. Hem kendi adına hem de sanat dünyası adına.
Chloé ve Mahfuz Sultan küratörlüğünde, Nike ortaklığıyla hazırlanan sergi, Abloh’nun 45. doğum günü olacak 30 Eylül’de açılacak ve 9 Ekim’e kadar devam edecek.
Bu sergiyi önemli kılan şey, Abloh’nun üretimlerinin yoğunluğunu yakalayabilmesi. Tek bir disiplini ayırıp öne çıkarmıyor; onun yaratıcı ruhunu bir bütün olarak ortaya koyuyor. Adeta bir “kodlar” sistemi gibi, dokunduğu her alana yayılan: moda, müzik, mimarlık, reklamcılık ve hatta lüksü algılama biçimimize.
Bu kodlar okunmayı bekliyor: bir objeye yapılacak en küçük dokunuşun bile onu tamamen yeni kılabileceğine duyduğu inanç olan “%3 kuralı”; sıradan ürünleri yoruma dönüştüren tırnak işaretleri; doğrudan DJ kültüründen gelen bitmeyen sampling ve remixler; ve Louis Vuitton defilelerini elektriğe boğan “tourist ile purist” gerilimi
Bir ironi de vardı: Üzerine “SCULPTURE” damgası vurulmuş çantalar… Henüz kimsenin cesaret edemediği bir zamanda ve sokak modasını lüksle eşitleme cesareti. Bütün bunları birbirine bağlayan ise köklü bir açıklık: modanın kapalı bir dünya değil, bir diyalog olduğuna dair inancı. Öyle ki hoodieler, mobilyalar, albüm kapakları ve mimari aynı dili konuşabiliyordu.
Sergi, arşivin ötesinde, onun sanatçılarla, tasarımcılarla ve sporcularla yaptığı iş birliklerini de kutluyor. Abloh’nun egodan çok topluluk ve kolektif çalışmayı ne kadar önemsediğini ortaya koyuyor. Onun için yaratıcılık asla tamamen bireysel değildi; her zaman kolektifti.
Atölyeler, performanslar ve film gösterimleri sergiyi genişletiyor; temalara daha derinlemesine bir bakış sunuyor ve Abloh’nun yaratıcı topluluğunun seslerini bir araya getiriyor.
Bu bir anma değil, nostalji hiç değil. The Codes, Abloh’nun dünyada nasıl hareket ettiğini hatırlatıyor: huzursuz, oyuncu, demokratik… Ve geride bıraktığı dünyayı ne kadar değiştirdiğini.