Fransız sanatçı ve besteci Céleste Boursier-Mougenot, “clinamen”de bizi sessizliğin asla tam olarak sessiz olmadığı ve hareketin müzik olduğu bir alana davet ediyor. En son Paris’teki Bourse de Commerce’de olmak üzere 2013’ten bu yana çeşitli yinelemelerle sunulan bu su enstalasyonu, sergi mimarisini geçici bir orkestra çukuruna dönüştürüyor. Canlı mavi bir havuzda sürüklenen yüzden fazla beyaz porselen kase, görünmez akıntılarla hareket ediyor ve sadece doğa kanunları ve şans tarafından yönlendiriliyor.
Kaseler arasındaki her çarpışma bir tını yayar – narin, öngörülemez, vurmalı. Bir dalgalanma bir ritme dönüşür. Bir sürüklenme bir notaya dönüşür. Çalışmanın adı Epikür’ün “clinamen” kavramından geliyor: atomların öngörülemeyen sapması, aksi takdirde düz çizgiler ve yerçekimi tarafından yönetilen bir evrende yaratıma ve kendiliğindenliğe izin veren bir sapma.
Enstalasyon, dinleyici ile eser arasındaki sınırı bulanıklaştırıyor. İzleyici sadece bir gözlemci değil, aynı zamanda içine çekilmiş, sarılmış, dahil olmuş durumda. Havuzun kenarından ya da galerinin sessiz bir köşesinden, kişi sadece izlemekle kalmıyor, işin içine giriyor.
Boursier-Mougenot’nun dünyasında sanatçı artık bir orkestra şefi olmaktan çıkmıştır. O da bir dinleyici haline gelir.
Bu uzamsal müzik – asla sabit değil, her zaman akıyor – sesi mimari bir şeye dönüştürüyor. Sanatçının “yaşamın karmaşıklığı” dediği şeyden yararlanarak gerçek zamanlı olarak ortaya çıkıyor. Tıpkı iki dalganın aynı şekilde çarpışmaması gibi, iki clinamen performansı da asla birbirine benzemez. Durağanlık ve öngörülemezlik, biçim ve biçimsizlik, doğa ve yapaylık birbirinin içine girer.
Enstalasyonun malzemelerinde de bir tür yüce ironi var. Zarifliği, kırılganlığı ve kalıcılığıyla bilinen porselen burada akıntıya bırakılmış. Sürekli hareket halinde. Asla durağan değil. Sertliği yumuşaklığa dönüşüyor. Nesne olarak statüsü atmosferde çözünüyor.
Görsel olan işitsel olandan ayrılamaz. Gök mavisine karşı beyaz kaseler gezegen takımyıldızlarını oluşturuyor. Duyduğumuz şeyi aynı zamanda görürüz: çarpışmalar notalara dönüşür; hareket bir nota haline gelir. Kaseler sürüklenip buluştukça, havuz bir tür görsel müzik sayfasına dönüşüyor – ya da belki de galeri havasının her nefesinde kendini yeniden yazan yüzen bir haiku.
Zebra ispinozlarının elektrikli gitarların üzerine konarak müzik ürettiği canlı bir enstalasyon olan From Hear to Ear gibi, clinamen de kendiliğindenlik ile sistem, kaos ile ritüel arasındaki o tekinsiz bölgede yer alıyor. Performans değil, tam olarak heykel değil, tam olarak ses sanatı değil. Bunların hem hepsi hem de hiçbiri.
Belki de onu bu kadar dokunaklı yapan da budur.
Final yok. Kreşendo yok. Alkış yok. Sadece yavaş bir açılım – bir uğultu, bir çan sesi, çanağın çanağa çarpmasıyla kesilen bir durgunluk. Orkestrayı şansın yönettiği bir tür kozmik müzik kutusu.