La Haine

Arts & CultureJanuary 5, 2025
La Haine

Paris’in sokaklarında yankı bulan öfke, beton duvarlarla çevrili bir dış dünyada hapsolmuş üç gencin hikayesiyle şekilleniyor: La Haine. Bir şehri daha önce hiç görülmemiş bir açıdan, öfkenin ve kimlik arayışının derinliklerinden gösteren bu film, dinamiklerini hala koruyan müthiş bir sinema darbesi.

Mathieu Kassovitz, Fransız sinemasının klasikleriyle beslenirken, aynı zamanda Amerikan sinemasının sertliğini de kendi tarzına dönüştüren bir yönetmen. La Haine, sosyal eşitsizlik, medya manipülasyonu, şiddet döngüsü ve banliyö gençlerinin rol modellerini şiddet ve saygı üzerinden tanımlama çabalarını ustaca ele alıyor. 70’lerin neo-noir tarzından ilham alan bu film, Tarantino’nun soğuk keskinliğini, Trainspotting’in delirmiş temposunu ve Taxi Driver’ın gergin havasını kendi benzersiz dilinde yeniden yaratıyor.

1995’te Paris’in banliyölerinde geçen La Haine, marjinalleşmiş toplulukların içinde kaynayan o durmaksızın büyüyen öfkeyi, bu öfkenin gençlerin hayatlarına nasıl yansıdığını ve şiddetle nasıl iç içe geçtiğini bir nehir gibi gözler önüne seriyor. Film, merkezine sıkı bir trajik mekanizma yerleştiriyor– sadece bir politik başkaldırı değil; aynı zamanda pop kültüre de çarpıcı bir gönderme.

Hikaye, bu şehirde dışlanmış üç gencin gözünde kendine bir yer bulur. Vinz, film kahramanlarının izinden gitmek isterken, Hubert reklamların yalanlarına politik bir bakışla karşı koyar. Saïd ise, her şeyi kendine özgü bir şekilde sahiplenir; grafitiyle. Paris, onlara kapalı duvarlarla, yasaklarla bir oyun oynar. Saïd’in dediği gibi onlar, dışarıda hapsolmuşlardır aslında.

Açılış sahnesindeki molotof kokteyliyle vurulmuş dünya sahnesi, filmi daha ilk dakikalarından global bir sorunun odağına yerleştiriyor. Paris banliyölerindeki sosyal durumu evrensel bir nefretin yayılmasıyla ilişkilendirerek, film sadece yerel bir sorunu değil, aynı zamanda tüm dünyayı saran bir öfkeyi ekrana taşıyor ; bu beton duvarlarla çevrilmiş göçmen mahalleleriyle, beyaz Fransız ana akımı arasındaki devasa anlam kopukluğunu. Her iki tarafın da, ilk sahneye ithafen, yanıcı bir fitilin varlığını görmezden gelerek, “Jusqu’ici tout va bien” (“Şu ana kadar her şey yolunda”) dediği bir ortamı yansıttı. Çöküşün kaynağındaki gerçek “fantazi” ise, “vahşileşmiş” olarak tanımlanan banliyö çocukları değil, dünya çapında yayılan o inançtır: copların darbeleri, sosyal öfkeye göre daha hoşgörülebilir kabul edilir.

Filmdeki bir diğer çarpıcı sahne ise Vinz’in ayna karşısındaki rolü. O an, Vinz’in gözündeki yansıma, onun gerçek kimliğinden daha güçlü. Travis Bickle’a yaptığı atıfta, Vinz, film boyunca içsel olarak bir kahraman olma arzusunu taşır; bir nevi taklitle yapay kimlik inşası. Vinz’in aynadaki “Yo talkin’ to me?” şeklindeki sert ve tehditkar tavrı, onun kimlik arayışında dış dünyaya karşı duyduğu öfkenin ve güvensizliğin bir dışavurumu. O, bu yansıma üzerinden toplumu karşısına alır, fakat kendi kimliğiyle de yüzleşmek zorundadır. Aynada gördüğü, dışsal bir tehdit değil, içsel bir boşluk ve kimlik arayışı aslında. Bu sebeple Vinz’in yansıması, ne yazık ki bir illüzyon.

Altını çizmek istediğim bir nokta da Kassovitz, sinemanın dilini tam anlamıyla bir silah gibi kullanması. Filmdeki yavaş ritim, aslında eleştirildiği gibi bir zayıflık değil; aksine, gençlerin içinde bulunduğu boşluk ve umutsuzluğu yansıtmanın çarpıcı bir hamlesi. 

La Haine, aslında Black Lives Matter hareketi ve eleştirel ırk teorisi öncesinde yapılmış bir film. Temelde bir ırkçılık filmi değil. Kimlik siyaseti de içermiyor. Siyah Hubert, Arap Saïd ve Yahudi Vinz, her biri farklı bir kişilik tipini temsil ediyor yalnızca. Birlikte, Fransa’daki tüm marjinalleşmiş insanları simgeliyorlar; 1990’larda, Fransa’nın yeni çokkültürlü, çoketnik kimliğini vurgulamak için, Cumhuriyetçi motto olan ‘bleu-blanc-rouge’a karşı geliştirilen ‘black-blanc-beur’ ifadesinin somutlaşmış hali. Aslında burada bir ders bulmak çok da zor değil: Grunwalski’nin hikayesi filmin mesajını daha da belirgin hale getirdi; bazen kendimizden daha büyük felaketleri kabullenmek zorunda kalırız, ama diğer zamanlarda, elli katlı bir binadan düşme riskini alır ve çok geç olana kadar bunun farkına varamayız.

La Haine bizi yoğun duygular ve bir dolu kafa ile yalnız bırakırken, filmden aldığımız enerji ile hazırladığımız playlist sizi davet ediyoruz:

Author: Based Istanbul

RELATED POSTS