İlk günden beri birlikte çalıştığım menajerim Renda Güner’in, cast direktörlüğünü yaptığı, Uğur Yücel’in yazıp, yönettiği film ‘Yazı Tura’ ile oyunculuğa başladım. Şanslıydım çünkü iyi bir oyuncunun yönetmeni olduğu bir filmde oynuyordum. Son çekim günümde, olmak istediğim yer burası dedim. Aşık oldum bu mesleğe. O günden beri işimi hep aşkla yaptım. Oyunculuk hayata daha geniş bir açıdan bakmamı sağladı. Yaşamın derinliğini daha iyi hissetmeme ve detayları görmeme yardımcı oldu. Beni daha da insan yaptı. İyi ki bu mesleği yapıyorum.
Bugüne kadar canlandırdığın karakterlere baktığında hayatını idame ettirme kaygısı ile seçtiklerin var mı?
Hayatımı idame ettirme kaygısı hep var. Sonuç olarak bu benim mesleğim fakat sırf bu sebeple oynamak istemediğim bir projeye hiçbir zaman evet demedim.
Her bir projenin başlangıcında çocuk gibi hissediyorum. Kendimi izlerken biraz ürkek, biraz çekingen ve çok da heyecanlı oluyorum.
Televizyon ekranında olmanın kitlelere oyuncuların hayatı üzerine söz söyleme hakkı verdiğini düşünüyor musun?
Göz önünde olan herhangi bir insan hakkında iyi ya da kötü muhakkak herkesin bir fikri, bir yorumu, bir sözü oluyor. Merak unsuru var çünkü işin içinde. Bunun bir hak olduğunu düşünmüyorum, hayatımızın doğal akışında var bu!
Salt fiziksel güzellik tek başına bi anlam ifade etmiyor benim için. Genetik bir şans olduğunu düşünüyorum. Ama zeka ve akıl, kalp ve ruh güzelliği, yetenek ve başarı bütün bunlar bir araya geldiğinde ortaya çıkan güzellik, var olan kusurları bile örtüyor. Benim güzel olmaktan anladığım bu!
En son ‘The Young Pope’u izedim. Jude Law’ın müthiş performansını izlemekten büyük bir haz duydum. Duygu geçişleri ve sadeliğine hayran kaldım. Aynı dizide Silvio Orlado ve Javier Camara performanları da muazzamdı.
Fotoğraf çekmeye başladığını biliyoruz. Onu da oyunculuk gibi farklı hayatlarla yüzleşme olarak yorumluyor musun? Özü oyuncu olunca bireyin yaptığı her işe karışıyor mu o yanı, bize biraz anlatır mısın?
İster istemez karışıyor. Fotoğraf çekerken de derdim insan oldu. İnsana dair ne varsa ilgimi çekiyor. Sanıyorum porteye ilgim de bundan ötürü. Tanımadığım yüzlere tanıklık etmek, her bir çehre de farklı bir şey görmek, kiminin gözyaşı, kiminin gülümsemesi, kiminin nefreti, kiminin mutluluğu, kiminin heyecanı, kiminin umudu, kiminin aşkı, kiminin nefreti… Kısaca bizi biz yapan her şeyi, insana dair ne varsa görüyorsunuz. Tanıklık ettiğin her an yüreğine kazınıyor ve o anları hiç unutmuyorsun. Mesleki açıdan bana katkısı çok büyük.
Yeterince özgür olduğu bir dönemde.
Ne olursa olsun kendin olmaktan vazgeçme.
Bilmem hiç düşünmedim.
Kesinlikle.
Bazen evet bazen hayır.
“Oynadığın karaktere benziyor musun?”