1962 yılında 26 yaşındayken, Dior’dan ayrılıp kendi ismi ile markasını kuran Yves Saint Laurent, aynı sene ilk defilesini sunuyor. Moda tasarım dünyasını abstract illüstrasyonlar ile tanıştıran tasarımcı; 1950’lerin fazla yapılandırılmış elbiselerinden ve ultra feminen görünümünden uzaklaşarak, kadınlara smokin, trençkot, özel dikim pantolon gibi daha önce podyumlarda görülmemiş maskülen tarzlar giydirerek androjen tarzını yansıtıyor. Tasarımcının ilham aldığı eserleri ve ilham alınan eserleri yan yana görebildiğimiz bu sergiler bizlere modanın nasıl tekrar oluştuğunu anlatıyor. Mondrian elbiseye ilham alınan tablo eşilik ederken moda ve sanatın paralel giden ilişkisine ve dialoglarına şahit oluyoruz. Başka bir müzede ise, Marcel Proust ve yazarın cinsiyet ve cinsellik hakkındaki fikirlerinin Yves Saint Laurent’in kıyafet kurallarını nasıl etkilediğini keşfediyoruz.
Mouna Mekbar küratörlüğünde gerçekleşecek sergiler; tasarımcının sanat ve moda arasında kurduğu ilişkiye odaklanıyor. Her müze tasarımcıyı farklı perspektiflerden ele alırken aynı zamanda tasarımcıyı onore etme noktasında buluşuyorlar. Musee d’Orsay; Saint Laurent ile ikonikleşen cinsiyetsiz modaya, Louvre; altın ve kristallerle işlenmiş ceketler gibi olağanüstü kumaş detaylarına, Saint Laurent müzesi ise arşiv ve tarihi koleksiyonların yaratıcı sürecine odaklanıyor.
“Bir modacının eserinin bir sanatçınınkine çok benzediğine inanıyorum.” sözlerini söyleyen Saint Laurent, kalıplaşma yolunda ilerleyen moda sektörünü vizyonu ile nasıl temelden değiştirdiğine farklı açılardan şahit olurken, geçmişin yenilikçi hayal gücü ile tanışıyoruz. Sınırsız yaratıcılığı ile tarih boyunca bütün kültürlerle dialog halinde ilerleyen tasarımlar üreten Yves Saint Laurent, couture modasına yön verirken, günümüzde tasarımları ile öncü olmaya devam ediyor.