“Corps à Corps”u oluşturan Marin Karmitz’in fotoğraf koleksiyonu oldukça nadir ve büyük bir miras niteliğinde olup Centre Pompidou ile bugün tarihin tozlu sayfalarını tekrar aralamayı sağlıyor. Sosyal ve politik mücadeleler, krizler, hüzünler ve mutlulukların yer aldığı koleksiyonda toplumsal bir hafızanın izlerini fotoğraflar aracılığıyla ortaya çıkarılıyor. Yaşanılan her ana eşlik eden ve fotoğrafın kelimenin tam anlamıyla yaşayan bir varlık olduğunu kantılayan sergi her karede bireyin yaşamını ve kimliğini tüm karmaşıklığıyla ele alarak günümüzle beklenmedik bağlantılar buluyor.
Lewis Hine’ın eserleriyle başlayan sergi 20. yüzyılın ilk yarısında Amerika’daki yoksullukla mücadeleye adanmıştır. 1904’ten itibaren, Hine ağır fotoğraf makinesini Manhattan’ın açıklarındaki Ellis Adası’na götürmesiyle Amerikan topraklarına ayak basan Avrupalı göçmenleri fotoğraflar. Böylece, dönemin savaş ve politik alevlerini şekillendiren bir dokümantasyon da sunar. Benzer şekilde, Dora Maar’ın Nusch Éluard portresi, çekim cesareti ve gölge ile ışığın inceliği üzerine dikkatleri toplamayı sağlar. Bu, sürrealist grupla ilişkili fotoğrafçıların formel araştırmalarını yansıtmakla kalmaz fotoğrafın evrimine de bizleri götürür.
Tarihin biraz ilerisinde, 1920’lere gittiğinizde ise otoportre çekimlerin doğuşuna ele alırken de Christian Boltanski’nin kimliği ile nesiller arasındaki bağlantıyı düşünmek için kimlik portresinin düz estetiğini ve kendisinin çeşitli dönemlerindeki yüz fotoğraflarını birleştirerek 27 farklı öz-portreyi bize hediye ettiği “27 Possibilités d’Autoportrait” eserini veya Hollandalı sanatçı Hans Eijkelboom’ın öz-referans konusunu ele alış tarzını gösteren eserlerliyle de tam da “Corps à Corps”da kişinin kendisiyle buluştuğu günlüklerin keşfini sağlıyor.
İki dünya savaşı arasındaki döneme de götüren fotoğraflar sokak, fotoğrafçı-fotoğraflanan ilişkisini düşündüren bir anda gözleri buluşturur. Çevrenin yalnızlıklarını ve ruh hallerini görünür kılan bir güç olarak buluşulan bu dönem görsel bir şiiri de ortaya çıkar. Böylece, “Corps à Corps” realizm ve sürrealizm olguları arasındaki sorgulamaları ve dalgalanmalara ortaya çıkarıyor. İki yüzyıl boyunca kavramları sıkı sıkıya ele alan ve insanın en hakiki hikayelerini görsel bir anlatımla günümüze ulaştıran “Corps à Corps”, sanat ile insanlığın geçmişini kesiştiriyor ve zorluklar, vakit geçtikçe değişen yaşamlar Karmitz’in koleksiyonu sayesinde oldukça ham bir diyalogun kaynağı oluyor.
Özgürlük, yıkım, mutluluk gibi yaşanmış anların hem görsel hem de şiirsel bir anlatısında kendinizi bulmak Centre Pompidou’ya giden izleri takip edebilirsiniz.